İnsancıklar

    Tarifi zordur bazı şeylerin. Mesela yaşamak gibi. Ya da yaşadığımızı sanıyoruz belki de. Esen rüzgarı hissederiz, ya da mutlu olan insanlara bakarız, yaşamıyoruz deriz; hatta belki de fevkalade bir an yaşayıp mutlu olur, sonra da hayat ne kadar da güzel deyip yaşıyoruz diye kendimize yalan söyleriz. Sadece etrafımıza bakıp bu yanılgıya düşeriz. Oysaki kendi iç dünyamızda belki de bir hiçiz. Sadece ayıp olmasın diye yaşamak... ya da yaşamamak.

    Devletler yıkılır, tekrar kurulur; isimler değişir, yerine yenileri gelir; ama şöyle bir gerçek var: insanın kadim bir hikayesi vardır. Bu hikaye bir giz ve muamma ile başlar ve böyle devam eder her seferinde. Ancak nihayete ermesin, eremesin diye nokta değil, her defasında "bitmedim, hâlâ devam ediyorum" diye haykıran “üç nokta” konur bu hikayelerin sonuna. Nitekim, bu giz ve muamma tekrarlamalarının tanıdık olmasıyla başlayan bu sonlar ya kıyamet koparır ya da yeniden bir şeyler yeşertir. Zira insan yaşadıkça, nefes aldıkça, üredikçe ve bunlara devam ettikçe feleğin zalim çarkı da değişmeyen hikayenin yolculuğunda bir o yana bir bu yana döner, döndükçe de devletler kurar, isimler değişir ve diğer yolculuklara katık eder.

    Pekâlâ, pekâlâ, hayat ne kadar da üzerine düşünmeye değmiyor değil mi? Baksanıza, üç beş satır birtakım edebi şeyler karaladım, hoş buldunuz veya bulmadınız. Ama ne kadar da beyhude bir tavır bu değil mi? Öyle ya, düşün düşün nereye kadar gidecek böyle? Eninde sonunda hepimiz birer hayvanız, hayvansınız. Yaşınız gittikçe ilerler, değişen tek şey daha fazla soru sormanız ve sorduğunuz sorulardan daha çok kaynak tüketirsiniz. Bulduğunuz bazı soruların cevaplarıyla övünürsünüz, mutlu olursunuz...

    Hayat boş, pompala coş; sıkma tatlı canını, okşa patlıcanını. Her ne kadar absürt gibi gelse de o kadar basittir ki bu, kendimize ne kadar sorgulayıcı sorular sorsak da günün sonunda neslini sürdüren ve düşünen bir hayvandan farkımız yoktur. Böyle kendimize sonu olmayan felsefi sorular sorarak canımızı sıkmaya gerek yok çünkü boş, boş. Zira ölümü ve insana dair çaresizliği tefekkür etmekten daha iyi bir araç bulunmadığından, "ölümlü" hayatın sıkıntılarına ara vermekten başka çaremiz yok anlayacağınız. Her birimiz "Universe 25"deki birer Algernonlar'dan farklı olmadığını anladığı zaman, işte o zaman, boş bir duvara bakarak "hmm" çekip göz bebekleri koskocaman açılınca çıkmaza girdiğini anlıyor. Düşünmek belki ben ve bazı insanlara göre bir "boş bir çaba"dır belki, ama elimizde değil. Hayatta kalmak zorundayız, başka seçeneğimiz yok. İşte böyle, insan acizdir. Bakınız, bunu bir insanın acizliğini kabullendiği bir yazıda okuyorsunuz. Dünya hatta evren üzerinde hangi yaratık acizliğini kabul eder ki? Uzun lafın kısası, carpe diem, ey insancıklar!

Yorumlar